Featured Posts

Onu Öldür, Beni Güldür / Ali Elmacı
“Onu Öldür, Beni Güldür” sergisindeki fantastik sahnelerde, bal yapan eşek arılarına, abaküse takılmış kurukafalara, bağırsak şeklindeki sarıklara ve gözünü izleyiciye dikmiş huzursuz çocuklara rastlıyoruz. Çekici olanla iticiyi, samimi olanla tehditkarı, doğalla yapayı, kutsalla kitsch'i bir arada seyrederken hangisine inanacağımızı şaşırıyoruz.
View Post
To top
7 Aug

Mirza Odabaşı

fabian stuertz -mirza odabasi

Yönetmen Mirza Odabaşı’yla 2 yıl aradan sonra çektiği belgesel türündeki filmi Leiden-schafft’ ın Berlin galasında konuşma fırsatı bulduk. Odabaşı, yeni belgeselinde Almanya’daki hip-hop kültürü ve yaşam tarzını ele alıyor. Biz de film sonrası merak ettiklerimizi kendisine sorduk.

Bize biraz kendinden bahseder misin?

İsmim Mirza. 27 yaşındayım. Düsseldorf’da Communication Design (kommunikations design) okudum ve kısa bir süredir Berlin’e ayak uydurmaya çalışıyorum. Birkaç senedir yapabildiğim en iyi şeyler arasında film ve fotoğraf çekmek var.

Hiphop kültürü ile ilgili belgesel yapma fikri nasıl oluştu, kendinle bağlantılı noktaları var mı?

Yaptığım her proje hayatımın bir parçası. Kendi dünyamdan bir alıntı. Çok küçük yaşta kendimi hip-hop kültürü içerisinde buldum ve yıllarca arkadaşlarım ile müzik ürettik. Müzik, kendimi bulma ve kimlik arayışı içerisinde bulunduğum süre zarfında benim için önemli bir kaynak oldu. Yılların geçmesi ile aynı hissiyatı, aynı düşünceyi paylaşan insanlar ve hatta bir yeni jenerasyon gördüm karşımda. Bunu hissedenler olarak hissetmeyenlere anlatabilmek düşüncesi ile oluşan bir proje oldu Leiden-Schafft.

Bildschirmfoto

60’ların sonundaki Almanya’ya yapılan işçi alımı, sonraki yıllarda yetişecek multikültürel jenerasyonların başlangıç noktasıydı. Sen de bu iki kültürde büyüyen bir gençsin. Bu multikültürelliği nasıl tanımlıyorsun? Avantaj ve dezavantajları neler yaptığın projelerde?

İnsanlar aslında her zaman çocukluğunun ve o günlere ait olan anılarının peşinden koşar. Almanya’da doğup yetişmek ve zaman ilerledikçe doğup büyüdüğünüz ve belki de sevdiğiniz yere ait olamamak insanı bir depresyona sokabilir. Pozitif ve negatifden ziyade, durum bu işin içerisinden çıkabilmek veya çıkamamak ile alakalı daha fazla. Genellemek çok zor.. Bazı insanlar için büyük bir avantaj gibi görünen, bazısı için olmayabiliyor. Bu sadece yaş veya jenerasyon farklılığına da bağlanamaz. İnsanın kendisi, yaşadıkları, eğitimi vs. ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Beni sorarsanız yaşadığım en büyük dezavantaj, hayatımın en büyük avantajı oldu. Filmlerimde anlattığım sorunlar olmasaydı o filmler olmazdı ve yaptığım şeyi yapamazdım. Ben ben olamazdım.

Almanya’da yaşayan göçmenlerin kimliklerini hip-hop kültürü ile yansıtmaları neye dayanıyor sence?

Bunun daha fazla hip-hop kültürü ile alakası olduğunu düşünüyorum. Çünkü insanlara bu platformu sunuyor. Bir rap şarkısı yazmak, grafitti yapmak veya dans etmek için çok fazla şeylere ihtiyacınız yok. Dünyanın her yerinde azınlık içerisinde bulunan veya bir şeyleri anlatma hissiyatı bulunduran insanlar için bir araçtır müzik.

Bildschirmfoto 2

Belgeselinde duygularının dışa vurum yolları olarak müzik ve dansı seçen göçmen ailelerin çocukları olan sanatçıları konu ediyorsun. Müzik ve dans onların yaşadığı acıları, zorlukları dışa vurmanın oldukça rahatlatıcı bir yolu. Filminin ismi Leidenschafft türkçede tutku anlamına geliyor, fakat sen bu kelimeyi ayırıp acıların dertlerin üstesinden gelinmesi anlamında Leiden-schafft olarak kullandın. Neden Leiden-schafft olduğunu bir de senden duymak isteriz?

Almanca çok ilginç bir dil. Kelimeleri birbirinden ayırınca farklı anlamlar çıkabiliyor. Bu projede calıştığım sanatçılar ile paylaştığım duygu, sorunların üstesinden gelebilme ve bunu bir tutku haline getirebilenler… Leiden-schafft tam olarak bunu anlatıyor.

Karakterlerinden bazıları; Chefket, Killa Hakan, Marteria, Eko Fresh, Ebow… Bu HipHop sanatçılarını konu almanın özel bir nedeni var mı?

Farklı kişiler, farklı stiller ve farklı bir kitleye hitap ediyor olmalarına dikkat ettim. Tabii ki çoğu ile arkadaşım ve yaptıkları işleri de çok beğeniyorum ve anlatacaklarının yararlı olduğunu düşündüğüm kişileri seçtim.

Türk Alman hip-hop kültürünün en önemli isimlerinden Maxim’in ( Atilla Murat Aydın ) ırkçı bir saldırı sonucu kalbinden bıçaklanarak hayatını kaybetmesi konusunu da ele aldın. Sence sanatın nasyonelliği mümkün mü burada hala?

Hip-hop kültürü, bu projenin maskesi. Aslında film, sosyal sorunları ele alıyor. Dünyanın her yerinde ırkçılık bir sorun olduğu gibi Almanya’da bu beladan kurtulmuş değil. Maxim’in hikayesi inanılmaz üzücü. Çünkü her zaman bu gibi şeylere karşı savaş açmış bir insan sonunda bu belaya maruz kalıyor. Yeni doğan çocuğu için hanımı ile birlikte daha farklı bir semte yerleşen Maxim, çok kısa bir zaman sonra nedensiz bir şekilde yaşlı bir adam tarafından bıçaklanarak öldürülüyor ve bu da yetmiyormuş gibi birkaç hafta sonra zanlı serbest bırakılıyor. Bu durum, bulunduğumuz ülkedeki sistematik sorunlara dikkat çekiyor. Cidden çok üzücü bir hikaye ve nicelerinden bir tanesi.

Filmi nerelerde izleyebileceğiz başka, Türkiye’dekiler nerelerden ulaşabilir?

Şu an galamızı yapmış bulunuyoruz ve küçük bir Almanya turu sonrası Tv gösterimi olacak. İstanbul için görüşmelerim oldu fakat henüz kesin bir şey yok. Kesinlikle Türkiye’de gösterime girmesini istiyorum.

Bugünlerde ne üzerine çalışıyorsun? Sıradaki projelerin neler?

Leiden-schafft filmim ile ikinci belgeselimi çekmiş bulunuyorum. Filme devam. Bakalım farklı düşünceler var şu an için. Hep birlikte ileride göreceğiz.

Mirza Odabaşı

YAĞMUR SEFA
No Comments

Leave a reply