Featured Posts

Onu Öldür, Beni Güldür / Ali Elmacı
“Onu Öldür, Beni Güldür” sergisindeki fantastik sahnelerde, bal yapan eşek arılarına, abaküse takılmış kurukafalara, bağırsak şeklindeki sarıklara ve gözünü izleyiciye dikmiş huzursuz çocuklara rastlıyoruz. Çekici olanla iticiyi, samimi olanla tehditkarı, doğalla yapayı, kutsalla kitsch'i bir arada seyrederken hangisine inanacağımızı şaşırıyoruz.
View Post
To top
18 Aug

Sendromsuzlar: Özgür Uysal

Özgür Uysal1

Bi’ Zamanlar isimli efsane programdan hatırlayacağınız Özgür Uysal, bir iletişimci ve aynı zamanda kalemi güçlü bir yazar. Yeni projelerini dört gözle beklediğimiz Özgür’le eğlenceli bir röportaj yaptık.

Seni Bi’Zamanlar isimli nostaljik Tv programından ve çeşitli dergilerde yayınlanan yazılarından tanıyoruz. İşler bu noktaya nasıl geldi?

Önce güneşte büyük bir patlama oldu… Öyle uzatıp en gerilere, ilkokul zamanlarıma gitmeyeceğim tabii. Liseye giderken memleketi kurtarma hayalleri vardı içimde. Baktım insanlarla iletişim kurmayı da seviyorum. Hatta topluluğa konuşmak daha da bir hoşuma gidiyor. Dedim siyasal bilgiler üzerine bir şeyler okuyayım. Oradan belki diplomasi, politika derken ucundan bir faydam olur dedim vatana millete. Sınava girdim. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne attım kendimi. Siyaset bilimi, idare hukuku, staj filan derken teoriler ve devletin içerisindeki bürokrasi ve dişlilier biraz yordu beni. Yani “Bana göre değilmiş” dedirtti en azından. Okulu bitirir bitirmez döndüm güzel İstanbul’a. İşin içinde toplumla iletişim olan ama bir yandan da eğlenebileceğim bir alan aradım kısa bir sure kendime. Bir arkadaşımla otururken bana gazetedeki küçük bir ilanı gösterdi. “Anadolu Yakası’nda oturan, röportajlar yapacak, iletişimi kuvvetli iş arkadaşları arıyoruz” yazıyordu ilanda. Derginin ismi Kadıköy Life. Gittim görüşmeye, pek bir hoşuma gitti. Sağ olsun derginin sahibi Kadir Toprakkaya da erişkin yaşına rağmen cıvıl cıvıl bir insandı. Böylece medya sektörüne ilk girişi yapmış oldum. Bir işe sardım mı illa son noktasına kadar gitmem lazım, takıntılıyım. Hemen Bilgi Üniversitesi’nde Medya ve İletişim Sistemleri Yüksek Lisansı’na kaydımı yaptırdım bol burslusundan. Şansım da yaver gitti, hocalarım da pek bir vizyon sahibiydi hem çalışıp hem de medya üzerine akademik eğitim almaya başladım. Ardından Men’s Health Türkiye dergisine geçip ilk defa tam zamanlı olarak bir yerde çalışmaya başladım. Daha once bilmiyorum sigortalı çalışmak nedir filan. Altyazı çevirisi yapmışlığım, sandal filan temizlemişliğim hatta tarot falı bakarak para kazanmışlığım bile vardı ancak gelip geçici işlerdi işte maksat eğlence olsun diyeydi hepsi. Bu sefer iş ciddiye bindi tabii. Eren Erentay var o zaman derginin genel yayın yönetmeni. O da enerji dolu bir zat-ı muhterem benden birkaç yaş büyük. İşe girerken daha taktım kafaya “ben bu derginin sosyal medya hesaplarını açarım, işletirim hatta yabancı ülkelerdeki yayınlarında videolar çekiyorlar ben de yaparım” diye. Nitekim yaptım da. Kadıköy Life dergisine devam ediyorum bir yandan serbest yazmaya. O sırada gözüm doymamış olacak ki Zafer Yılmaz diye benim Saint Joseph’ten bir arkadaşım Akustikhane programını yapıyor. “Gel seninle TV programı yapalım. Aklımda nostaljiyle ilgili bir program yapma fikri var. Geliştir sen bunu götürelim kanallara sen sun” diye aklıma girdi. Acayip yattı aklıma. Kamera önünde de iletişim kabiliyetlerimi denemek istiyorum bir yandan. Bu sırada yüksek lisans kapsamında CNN Türk’te Pınar Esen’in sunduğu Güne Merhaba Hafta Sonu programının da koordinatörlüğünü yapıyorum. Aşinalığım da var televizyon mecrasına. Hemen yazdım bir format. O zamanlar programın ismi Balıkgözü… Hani 180 derece bakmaktan esinlendik diye. Öyle bildiğimden filan değil. Deniyorum işte. Denemeden olmaz. Sevdiler formatı kanallar. Elimizde demolar dosyalar kapı kapı geziyoruz. Program yayınlanana kadar Men’s Health’den ayrıldım, Cosmopolitan dergisinde seks ve ilişkiler üzerine yazılar yazmaya başladım. Cıvıl cıvıl bir yayın yönetmeni var Özlem Kotan. Pek bir uyuştu kafamız. Kadıköy Life hala devam ediyor. Yüksek lisans bitti derken iyice kendimi medya sektörünün göbeğinde buldum. Zafer’le dedik biz şirketleşelim, artık işimiz bu. Enerjimiz var. İsteğimiz de var. E kafamız da çalışıyor. Video da çekebiliyoruz, küçük bir ekibimiz de mevcut. Şu 12 Yapım’a bir de reklam ekleyelim. Sonra işler iyice birbirine girdi tabi. Program formatının yazılmasının üzerinden 1 yıl geçti ben iyice reklam metni yazma, gidip şirketlere proje sunma işlerine kaptırdım kendimi. Cosmopolitan’da seks ve ilişkiler, Kadıköy Life dergisinde röportajlar aynen devam. Tam unutulur gibi oldu derken birden program TV8’de hayat buldu. İsmi Bi’ Zamanlar’a döndü. Elde avuçta azıcık imkan, 2-3 kamera, 1 bilgisayar çektik, kurguladık, sabahladık bir şekilde yayınladık. Ekip sağ olsun imkan az olsa da inandık. Güzel de bir iş oldu sağ olsun tüm ekip kanının son damlasına kadar savaştı. Şimdi de durum aynı dinamizmle yığılarak ilerliyor işte. Şimdi önümde yeni projeler, doktora süreci var. Buralardayız… Çok mu uzattım bilemedim. Umarım sıkmadım…

Ekran önünde olmak mı yoksa klavye başında olmak mı?

Ben bu ikisini ayıramıyorum kafamda. Yani benim için süreç öyle işlemedi. Dergilere de yazıyorum. Programın metinlerini de skeçlerini de ben yazıyorum. Reklam metinlerini de yazıyorum. Fikirleri de buluyorum. Yazdığım bazı reklamlarda yönetmenimiz uygun görürse oynuyorum filan… Yani benim için kamera önü ile klavye başı aslında roka ve balık gibi. İkisi de lezzetli. Hele bir arada olunca daha da vazgeçilmez…

Türkiye’de Seks ve İlişkiler üzerine yazmak her yiğidin harcı değil. Bu konuda karşılaştığın zorluklar oluyor mu?

Tabii konu biraz sıkıntılı. Ama benim ilgi alanım ne yalan söyleyeyim. Aslında herkesin biraz ilgil alanı ancak pek azı kalkıp da insanlara okuyacakları makaleler yazıyor. İlişki kısmını bilemem ancak seks biraz bizim için tabu olarak kalmış durumda herhalde. Halbuki herkes merak ediyor. Herkes seks hayatına ve ilişkisine renk katmak istiyor. Özellikle de kadınlar. Erkekler için her şey yolunda gittiği sürece pek problem yok. Kendi adıma da konuşuyorum tabii. Fakat ne olursa olsun seks de bir iletişim biçimi. Hem de en duvarların kalktığı cinsten… Modern toplum anlayışı beraberinde bazı arayışlar getirdi tabii ki. İlişkiye renk katmak da bunlardan biri. Aslında adamlar Hindistan’da bundan 4000 yıl önce Kamasutra, Tantra gibi felsefelerle seks ve ilişkiler konusuna baya bir eğilmişler aslında. Sadece biz okumaktan çekiniyoruz herhalde. Bugün yazılan tüm o, “Seks hayatınıza renk katın”, “Onu tahrik etmenin 10 yolu” gibi yazılar hep ta o zamanlarda bulunmuş ama bugünün terimleriyle yeniden paketlenip sunulan içerikler. Hepimiz karşımızdakini anlamaya çalışıyoruz. İşin temeli bu. Çünkü anlayabildiğimiz şeyleri tahmin ediyoruz. Tahmin edebildiğimiz şeyleri de seviyoruz, onlardan korkmuyoruz. İşte “Partneriniz aşağıdakilerden hangisine uyuyor?”, “Şu testi cevaplayın bakalım sizin ilişkiniz hangisi?” gibi yazıların çekiciliğinin temeli de bu. “Biz zorluk oluyor mu?” derken kimse beni sokakta taşlamaya filan kalkmıyor tabii ki. Öyle taciz edenler filan da olmuyor. Aslında yazmaya başlarken etrafım güzel kadınlardan geçilmez diye ümitlerim vardı hepsi boşa çıktı… Şaka tabii ki keyif alıyorum seks ve ilişkiler konusunu araştırmaktan aslında yazmamın yegane amacı da bu. Zorluk bir yana ufak avantajları da olmuyor değil. Her ne kadar sabahlara kadar ofiste çekimde filan olsam da insanlar seks ve ilişkiler üzerine yazdığın zaman bütün gün etrafında melek gibi kadınlarla partiden partiye koşuyor, “Bugün hangi fantaziyi denesem” diye zar atıyorsun zannediyorlar. Ben de mümkün olduğunca bozmuyorum tabii bu imajı. O kadar da havam olsun değil mi?

Yazı yazmak sana kendini nasıl hissettiriyor?

Yenileniyorum aslında. Beynimdeki fazla bilgiyi boşaltmak gibi. Sonuçta hepsi stokta duruyor. Yürürken, tıraş olurken, kahvaltı yaparken, güneşin batışını, dolunayı filan izlerken hep bir şeyler düşünüyor insan. Hepimiz yapıyoruz bunu. Attın hafızaya, beyin bedava ama kullanmazsan ne işe yarar değil mi? Kimimiz resim çizerek kimimiz enstrüman çalarak aktarıyor biriktirdiği düşünceleri, ben de yazarak ana bellekte yer açıyorum. Bir nevi meditasyon gibi… Klavyenin başına oturduğumda etraf, hayat kavgası filan kalmıyor hiç kafamın içinde. Kendimi bildim bileli bir şeyler yazıyorum. Konusunun veya içeriğinin hiçbir önemi yok. Kafam yerinde olduğu sürece de yazmaya devam edeceğim ona şüphe yok.

12 Yapım’dan biraz bahseder misin? Neler yapıyorsunuz?

Aslında 12 Yapım Reklam ve Danışmanlık… Yani video, kısa film, reklam filmi, viral reklam filmi… Prodüksiyon anlamında her şeyi yapabiliyoruz. Üstelik iyi de yapıyoruz ayıp olmazsa söylemesi. Bunun yanında reklam kampanyası düzenliyoruz. Afiş, logo filan tasarlıyoruz. Marka iletişimi yapıyoruz. Strateji üretiyoruz. Sosyal medya hesapları açıp, dijital strateji üretip aynı zamanda yönetiyoruz. Web sitesi ve aplikasyon da yapıyoruz. Yani 12 için medya içerik üretimi konusunda “Yapılamaz” diye bir şey söz konusu değil. Çünkü gencecik, kafası çalışan 20 tane adam var içeride. Saat, gün kavramı olmadan çalışabiliyor hepsi. Makina gibi çocuklar sağ olsunlar. 12’nin temeli motivasyon. Öyle “Sabah işe geleyim, aman bir kahve içeyim, iki dakika web’de gezeyim saatim geldi çıkayım” yok. Herkes başarmak için, imza atabilmek için burada.

Şu an üzerinde çalıştığın güncel projelerinden bahseder misin?

12’nin reklam ve dijital tarafı tıkır tıkır ilerliyor. Program tarafında ise yepyeni projeler var masada. Webisode, yani internet dizisi ayağı da olan bir talk show yapacağız. Konseptini ve senaryosunu oturtuyoruz. Yeni yayın döneminde de başlamayı planlıyoruz. Türkiye’de değil ama ABD’de örnekleri var böyle işlerin. Biz tabii ki biraz da içerisine Anadolu ezgileri ve karakterleri serpiştirip işi Türkiyeli hale getirerek seyirciyle buluşturmayı amaçlıyoruz. Şu anda olgunlaşıp pişme sürecinde. Yakında herkesin haberi olacaktır.

Kariyerinde şimdiye kadar yaparken en keyif aldığın iş hangisiydi?

Yaptığım her iş ayrı bir keyifti benim için. Çünkü asla tekrara düşmedim. Hep yeni bir şeyler yapmayı, bedenim zihnim el veriyorken kendimi ve sınırları zorlamayı felsefe edindim kendime. Ama en keyif aldığım iş tabii ki Bi’ Zamanlar’dı. Sonuçta her yönüyle uğraştığınızda çocuğunuz gibi oluyor program. Gecesini, gündüzünü, aklını, fikrini, enerjisini veriyor insan. Her bir projede heyecanım katlanarak artıyorsa o zaman hayatımla ilgili doğru tercihi yapmışım demektir. Umarım hayatımın sonuna kadar süreç bu şekilde devam eder.

Bizi tanıştırmak istediğin, “keşfetseniz mutlu olursunuz” dediğin birileri var mı?

12’yi tırnaklarımızla bugüne getirdiğimiz Saint Joseph’ten arkadaşım Zafer Yılmaz’la tanışmanızı isterim açıkçası. Akustikhane’nin yapımcısı ve sunucusu… Benim aklıma gelmeyen hikayeleri de o anlatacaktır mutlaka. Başarılar dilerim. Özgür olun, hayatta kalın…

Website

AYŞİN İLDEŞ

İstanbul Bilgi Üniversitesi Reklamcılık bölümünden mezun olduktan sonra University of The Arts London ve Chelsea College’da iletişim ve medya üzerine eğitim aldı. Çeşitli yayınlarda yıllardır kültür-sanat, sinema, müzik, seyahat, dekorasyon ve gastronomi alanlarında editörlük yapmanın yanı sıra, markalara ve kişilere dijital iletişim danışmanlığı, yaratıcı içerik ve kurumsal blog yönetimi, kurumsal dergi yaptığı işlerden bazıları. Yazı İşleri Müdürü ve Kurumsal İletişim Sorumlusu olarak çalıştığı Büyük Kulüp'ten ayrıldıktan sonra Kurucusu olduğu Beyoğlu Creative'i hayata geçirdi. Yeni projeler tasarlamaya ve çeşitli platformlarda yazmaya devam ediyor.

No Comments

Leave a reply