
Semiha Berksoy ve Joseph Beuys gibi usta sanatçıların temel aldığı ‘Bütünsel / Topyekün yapıt’ (Gesamtkunstwerk) olgusuna sadık bir estetik ‘yaratıcı’ olan Ali Emir Tapan, işlerinde hazır gerçekliği saf bir hammadde olarak ele alır.
Beyoğlu Galatasaray’daki Alman Lisesi’nden mezun olduğu sırada İstanbul’un en çeşitli kültürel gruplarını buluşturan aynı bölgede yer alan Rock, kahvehane ve meyhane kültürü içine doğan Tapan, kendini tariflemektense, eylem ve üretimini özgürleştirici en klasik ve geniş tabir olan ‘sanatçı’ tabirini yeğler.
2003 – 2007 arasında ABD’deki Connecticut Üniversitesi’nde Entelektüel Tarih dalında eğitim alan, 2008’de ise ilk kişisel sergisi Discreet Intımacy’i, bir yıl sonra ise çalışmaları Art Athens’da izlenen sanatçı, geçen yıl ise küratör Elif Kamışlı imzası ile, edebiyatçı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın klasik romanı ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nden ilhamla izlenen tematik ‘Küçük Hakikatler’ sergisinde yapıtlarıyla boy göstermiştir. Tapan’ın meslektaşı ve dostu, sanatçı Haluk Akakçe, onun işlerinde dikkat çeken olgun ıssızlığı şöyle özetler:
Ali Emir in fotoğraflarına hakim olan soğukluk ve boşluk duygusu beni baştan çıkarmakla kalmıyor, adeta alıp götürüyor. bizi karanlığa gömüldüğümüz, kaybolmakta olan bir dünyaya davet ediyor. İstisnasız her karede izleyici huzur veren sessizlikte var olan bir ıssızlık buluyor. Bence bu ıssızlık ya da yalnızlık duygusu bu serginin ana teması çünkü her karede sürekli olarak izleyiciyi esir alıyor.”
Gerçekten de, Tapan’ın imgeleri, gündelik hakikat ile, yaratıcının imgeleminde oluşan hakikat bilgisinden bir biçimde firar etmeyi başarır, insanla uzlaşmaz yabanıl bir özgünlüğe sahiptir. Sanatçı, yapıtlarındaki bu kültürel ve görsel ‘piç’liği, sinema ve müzik ile edebiyat ve felsefeden beslendiği türlü kaynaklara referans vererek, gönüllü bir ‘ebeveyn evlat edinme durumu’ olarak niteler. Yaşamı boyunca Jean – Luc Godard, Ray Johnson, Skid Row, Jack Kerouac ve William Burroughs gibi türlü kültürel ‘ikon’lardan beslenen Tapan, yapıtlarındaki ‘eşikte’lik halini bile isteye muhafaza eder ve izleyiciyi kendi hayal gücü ile baş başa bırakmayı tercih eder.
Bu durumu, çoğunluğunu isimsiz olarak nitelediği eserlerinde bir nevi ‘sürçme / kaza payı’ olarak vurgulayan sanatçı Tapan, …doğasında şiddet barındıran bir süreç çok zarif bir şekilde de uygulanabilir, diyerek, yapıtlarındaki şiddetin taşıdığı değişim potansiyelini de gündeme alır.
Radikal bir duruş ile, yapıtların izleyici ile ille de geçinmek zorunda olmadığını öne süren, yapıtlarında dramanın yapaylığından mümkün mertebe kaçınan sanatçı ayrıca, eserlerindeki duygusal ve fiziksel kırılganlığın da onlara zarif bir yük bıraktıklarını reddetmez. Çünkü Tapan’ın işlerinde drama acıyı kabuklaştırabilir. Ama sanatçı bunun yerine o acıyı soyup, yolup, haşat edip, asıl çirkin, çiğ dediğimiz o şiddetli duyguyla yüzleşmeye çalışır ve bizi de buna maruz bırakır.
Tapan ayrıca, fotoğrafın kendisi için anlamına ise şöyle açıklık getirir: İsmi olmayan şeyler yaratma konusunda, gerçekliğin kendi hammaddesinden, olmadığı ve olabileceği bir şey arasında duran birşeyler yaratmak için seçtim fotoğrafı. Gerçekliğin kendi hammaddesini kullanmak istedim.”(xx)
Haluk Akakçe
No Comments