1973 yılında Benjamin Britten tarafından bestelenen ‘Venedik’te Ölüm’ün operasını izlemek için Teatro Real’in yolunu tutuyorum. İçeri girmemle yanlışlıkla Ak Saray’a mı geldim diye düşünmem uzun sürmüyor. Teatro Real, Kraliçe Isabel II’nin isteği üzerine 1850’de inşa edilmiş ve tarihi boyunca Giuseppe Verdi gibi değerli isimleri ağırlamış önemli bir opera binası. Keza Kraliyet Ailesi’nin resmi sarayı ‘Palacio Real’ ile burun buruna.
Saygıdeğer ve disiplinli Alman yazar Gustav von Aschenbach’ın yaratıcılıkta çıkmaza girdiği bir dönemde tebdil-i mekanda ferahlık vardır diyerek Venedik’e yaptığı yolculukta aynı otelde kaldığı Polonyalı ailenin 15 yaşındaki güzel oğlu Tadzio’ya beslemeye başladığı saplantılı tutkunun aslı 1912 yılında Thomas Mann tarafından kaleme alınmış novele dayanıyor. Ayrıca eserin Visconti imzalı, diyalogların minimum düzeyde tutulduğu, Mahler besteleriyle bezeli 1971 yılına ait beyazperde uyarlamasını izlemek mümkün.
Günümüze gelecek olursak Teatro Real ve Gran Teatre del Liceu de Barcelona ortak yapımı eserde gerçek ve hayalin, müzikalite ve görsel dilin, yaşlanma ve gençliğin, hayatın ve ölümün incelikle işlenişinin kusursuz akustikle tamamlanmasına hayran kalmamak elde değil. Arka planı boylu boyunca kaplayan ekrandaki yansımanın sahne yüzeyi tarafından sünger gibi çekilmesiyle yaratılan etki çok gerçekçi. Özellikle Aschenbach tabut görünümündeki gondolla Venedik’in karanlık sularında süzülürken sahneye adım atsanız boğulurmuşsunuz hissi uyanıyor.
Kendisine “Grek dünyasının en soylu çağlarından kalma heykelleri” hatırlatan çiçeği burnunda delikanlı Tadzio’ya, Stendhal Sendromu’nu anımsatan sanat objesinin güzelliğiyle duyduğu hayranlığın ve vecd halinin görsel anlatımı yer yer büyüleyici noktalara ulaşıyor. Tadzio’nun sahnede, sesini asla duymadığımız dansçı olarak yer alması heykel göndermesini güçlendiriyor.
Yabancı, gondolcu, otel yöneticisi, berber ve sonunda yazarın teslim olduğu zevk tanrısı Dionysos’un aynı kişi tarafından canlandırılması yönetmen Willy Decker’a göre Britten’ın kattığı önemli bir teatral buluş. Bu kişi aynı zamanda Aschenbach’ın kaderini temsil ediyor.
Kırklarındaki yazarın verimsiz hissettiği bunalımlı döneminde ideal güzellik arayışıyla çıktığı seyahatte kendini kaptırdığı tehlikeli tutku çok geçmeden baştan çıkarıcı ihtişamıyla burjuvazinin gözde tatil yeri Venedik’i saran kolera salgınında vücut buluyor. Şehrin hastalıklı haliyle bütünleşen ruhsal durumu onu göz göre göre ölümü kucaklamaya bırakıyor; Ne de olsa “Tadzio, Venedik’te ölmek için güzel bir sebep.” Böylece üç buçuk saatlik görsel şölen kumsaldan şehri terk etmek üzere uzaklaşan Tadzio’yu izlerken oturduğu yerden kalkacak gücü bulamayan Aschenbach’ın Venedik’teki ölümüyle son buluyor. Küçük bir parantez açarak bu görselliğin, kitaba ve filme göre sahnede geçen hikayeyi az da olsa erotikleştirdiğini söylemek mümkün.
*Yazı için İrem Aydın’a teşekkürler.
No Comments