Featured Posts

Onu Öldür, Beni Güldür / Ali Elmacı
“Onu Öldür, Beni Güldür” sergisindeki fantastik sahnelerde, bal yapan eşek arılarına, abaküse takılmış kurukafalara, bağırsak şeklindeki sarıklara ve gözünü izleyiciye dikmiş huzursuz çocuklara rastlıyoruz. Çekici olanla iticiyi, samimi olanla tehditkarı, doğalla yapayı, kutsalla kitsch'i bir arada seyrederken hangisine inanacağımızı şaşırıyoruz.
View Post
To top
9 Mar

Irmak Dönmez

Sadece çizimlerine ve heykellerine bakarken değil sorularımıza verdiği -iyi ki- özgün ve naif bakış açısıyla cevaplarını okurken de içimizi titreten Irmak Dönmez, şu sıralar Kopenhag’da gerçekleşecek sergisinin telaşında. Ya da değil ve her şey olması gerektiği gibi, onun gibi salına salına akıyor…

İlk kez çizimlerinle sayfalarımızda yer almıştın ve seninle konuşmamızın üzerinden çok zaman geçti. Hayatında neler değişti?

Bıraktığın gibiyim bana dair hiç bir şey değişmedi. Sadece bulunduğum yer değişti şimdilik fakat o da aslında fark etmiyor beden olarak burada olmak düşününce çok sembolik. Yani kafa olarak da buraya ışınlandıramıyor insan kendini.

Kopenhag’a taşınmanın yaratıcılığın ve beslenmen üzerinde mutlaka etkisi olmuştur. Hepimizin kaçıp gitme hayali bu anlamda sana ne gibi ilhamlar kattı?

Aslında taşınmadım ama sanki herkes öyle anlamak istedi, ben hala Işık Üniversitesi, Sanat Bilimi Doktora programında öğrenciyim. Danimarka Kraliyet Akademisi’ne güz döneminde erasmusla geldim, bahar dönemi için ise visiting teacher olarak davet alınca biraz daha kalıyorum.

Bence kaçmak sadece bir fikir olabilir, gerçek olamaz. İnsan kendi aklından kaçamaz, ancak bedenini bir yerden bir yere götürebilir.

Biz bence hiçbir şeyden kaçacak bir nesil olmadığımızı kanıtladık. Çok önemli ortak dertlerimiz var doğa, hayvanlar ve özgürlüğümüz gibi. Irklara, cinsiyetlere, dinlere bölünmedik, elimizden geldiğince alanlarımızda kendimizi geliştirerek, beraber ilerliyoruz..

Bana “Sizler de giderseniz biz burda ne yapacağız?” diye soranlar oldu. Biz   gitmiyoruz, biz internette 3 salisede yayılabilen bilgiyiz bu devirde, her yerdeyiz. Ben vaziyetlerden mutsuz olduğum çok sıradan bir günde Kraliyet Akademisi’ne mail atma cesaretini buldum kendimde, ilginç bir şekilde hemen geri dönüp davet ettiler. Üzüntü ve çaresizlik içinde dönüp durmaktansa buraya gelip bir şeyler yapıyor olmam bence herkes için daha iyi.

Çizimleri heykele dönüştürme fikri nasıl doğdu? Daha önce düşünmediğin detayları düşünmek seni çok yordu mu?

Aslında bu hep kenarda duran bir soruydu “Acaba üç boyutlu nasıl olurlar?” Dürüst olmak gerekirse ben de kendimden bu denli adaptasyon ummuyordum, sanki hep bu anı beklemişim gibi hepsi takır takır elimden çıkmaya başladı. Demek ki denemek lazımmış.. Ürettiklerimle zaten yoğun ilişki kuran biriydim, bir de dokunabildiğim bir şey olunca o ilişki iyice yoğunlaştı. Hepsinin ismi var, günlerim saatlerim onlarla geçiyor, konuşuyoruz, kavga ediyoruz, kırılıyorlar.. Üstelik insan gibi içinden de değil, gerçekten kırılıyorlar, dışından..

Seramiğin öyle bir “la havle” tarafı var, uzun süre titizlenip uğraştığın şey fırından patlamış çıkabiliyor veya taşırken ufak bir kaza ile iki ay uğraştığın iş tuz buz, sonra bin türlü ameliyatla, iltifatla hayata döndürme ve gönül alma operasyonları. Örneğin ilk seramik heykelim Astrid, (Cthulhu) ahtapot bacaklarının her biri dörder kez kırıldı, her defasında baştan yaptım tek tek. Seven ne yapmaz?

Seramik yakından bildiğimiz bir dal değil. Seramiğin dünyası, dinamikleri nasıl?

Aslında yakından bilip sonra unuttuğumuz bir dal, buraya geldiğimde seramik atölyesinde ilk derste Türk seramikleri gösterildi öğrencilere örnek olarak, içimden çok gururlandım sonra dayanamayıp insanların ortasında “I’m from Turkey” deyiverdim, kendime gülüyorum hala.. Bir de ülkece hayvan sevgimizden, sokak kedilerinin egemenliğinden övgüyle söz edilince çılgınca böbürleniyorum buralarda. İyi ki!

Atölyede Türk seramiklerine ilişkin kitaplar, duvarlarda bugün ülkemizde korumayı başaramadığımız, yanlış restorasyonlar/bilinçsizlik sonucu harap edilmiş çok değerli çinilerimizin posterleri var. Başka bir ülkede insanlar hayranlıkla posterlerini asarken biz gerçeğini koruyamıyoruz. Üstelik korumadan kastım zırhlara sarmak değil, dokunmasak yetecek bazen..

Geleneksel seramik fikri çok yerleşik olduğu için çağdaş seramik heykeller pek yaygınlaşmamış bizde. Doğrusu ben de belki bu atölyede yapılanları görmeseydim sadece çanak-çömleğe tav olmayabilirdim.. Yaşınız kaç olursa olsun karşınızdaki eğitmenin size yaklaşımı, bu malzemeyle neler neler yapabileceğinizi anlatıyor olması ve belki biraz motivasyon vermesi de çok önemli. Atölyenin çıkış kapısında, “Lütfen yine gel” yazıyor. Bazısı öyle iki yoğurup bir küçük kap yapıyor kendine o gün sırf canı istedi diye, herkese açık yani.. Bu çok önemli, böyle böyle aklında yoksa bile mekanı, malzemeyi seve seve gidesin geliyor. Bundan sonra hangi ülkede olursam olayım yine seramik çalışmayı isterim..

“Saçlarım düşündüklerime kırılıyor” tekrar tekrar okunası tatta. Çıkış noktası ve heykele dönüşen halini biraz anlatır mısın?

“Saçlarım düşündüklerime kırılıyor” aslında hiç mecazı olmayan anlaşıldığı gibi bir cümle. Benim saçlarım sahiden çok kırılıyor ve dökülüyor. Test sonuçlarında neden olduğu bulunamıyor. “Ya hu neden o zaman?” diye düşünürken sonunda devamlı garip şeyler düşündüğüm için olduğu kanısına vardım. Bazen beynim ısınıyor çok düşünmekten, yaşamak için çok elverişli bir kafa değil benimki çünkü her türlü manipülasyona çok açık, fikirlerimi kontrol altına almıyorum. Denetlenmeyen ülke sınırı gibi, kim var kim yok belli diil. Sarsıcı, garip garip fikirler, reddetmiyorum, kurtulmaya çalışmıyorum, onlarla yaşıyorum kafamda, sonra çiziyorum veya bir şey.. Çünkü beni onlar var ediyor. Öbür türlü çok zen, tartışmayan, dertsiz bir kafa içi benim yaratıcılığımın sonu olurdu. Bazen bunun yan etkisi olarak yoktan kendime dert üretip kendi senaryolarımda kaybolduğum oluyor neyse ki gide gele artık yolu öğrendim, çıkış kapısını rahat buluyorum.

Seni Oldmagnet’a ilk konuk ettiğimizde yıllar sonra Kopenhag’da bir sergi açacaksın deseler inanır mıydın? Yoksa her şey planladığın ve hayal ettiğin gibi mi gidiyor senin için?

Ha ha yok vallahi inanmazdım, bazen iyilikle, “Sen çok iyi olacaksın!” diyenler oluyor teşekkürler deyip çok inanmıyorum içimden. Çünkü bazen bugün evden çıkmayı başarabilecek miyim ona bile tereddüt ediyorum. İnsanın iç örgütlenmesi zor, her yanı başka telden çalan mekanizmalarız, çok örgütlenince de insan yanlarım eksiliyor, istemem öyle olsun. Yani ben dünyaların sanatçısı olacağım, çok pahalılara satayım diyen bir insan değilim. İstediğim şeyi yapayım istiyorum sadece.

Danimarka’nın sanat piyasasıyla senin yakından bildiğin İstanbul sanat ortamını kıyasla desek neler söylersin?

İstanbul’da çoğunlukla ilişkiler üzerine kurulu bir sistem süregeliyor. Yeni tabiriyle “like for like”çevresi. Herkes rujunu sürüp, konuşma şablonunu yanına alıp açılışa gidiyor, karşılıklı çılgın iltifatlar, selfiler, mecburi arkadaşlıklar. Bazı günler sırf anormal gözükmemek için onlar gibi davrandığımda benzin içmiş gibi oluyorum, bana iyi gelmediğini fark ettikten sonra daha seyrek açılışlara katılmaya başladım. Belirlenmiş bir çevrenin elemanı olmak istemiyorum, “sanatçı arkadaşlar” gruplarını da çok sevmiyorum. Bana çoğunlukla birbirinin yaptığı herşeyi sorgusuz sualsiz alkışlamak üzerine kurulmuş ilişkiler gibi geliyor, aslında farketmeden en çok da birbirine zarar veren, objektiflikten uzak bir yapı. Ortak iş üretme, bir konsept üzerine beraber çalışma anlayışı da henüz pek benimsenemedi. Bakıyorsun bir metin koymuşlar ama herkes alakasız evdeki eski işini getirip koymuş, dostlar alışverişte görsün.. Nasılsa kimse çok da anlamıyor, ne yapılsa hatrına alkışlanıyor diye kimsede rezil olma korkusu da yok. Bilmiyorum kimse sonsuza kadar bunlarla ilgili bir şey söylemezse nasıl ilerleyeceğiz? Bir de sana gösterilen ilgiye ilgiyle karşılık vermezsen anında düşman olma geleneği var, kibirli bulunup, dokuz köyden kovuluyorsun. Bir şeyi açıkça eleştirmek büyük hayal zaten, direkt kişisel saldırı gibi alıyor insanlar.

Beklenildiği gibi politik davranmadığım, beğenilerimde açık olduğum için o çevrelerce sevildiğimi sanmıyorum. Buna hiç üzgün değilim. Ben aslında o sahtelik içinde gerçekten sevildiğini, beğenildiğini sanan arkadaşlara daha çok üzülüyorum. Burada öyle bir şey yok herkes rahat, kimse “-mış gibi” yapmıyor, bir sanatçının işini eleştirildiğinizde teşekkür ediyorlar ona ayırdığınız vakit için.

Gelecek planların neler, dönüş planı var mı ufukta?

Bir aksilik olmazsa bu dönemin sonunda İzlanda’da bir sanat merkezine staja gideceğim sonrasını henüz bilmiyorum..

Son olarak ne dersin biz de bir gece ansızın bir yerlere baş vurup terk edelim mi ülkeyi?

Belki klişe olacak ama yaşamaya, suya atlamaya cesaret etmek gerek, olur mu olmaz mı diye tereddüt etmeyip olduğu kadarıyla yol almak. Endişelerle çok vakit kaybediyoruz, üstelik çoğu zaman da haklı çıkmıyoruz. Kendin olmaktan ve yalnız olmaktan korkmamak..

“Saçlarım düşündüklerime kırılıyor” // “My thoughts are breaking my hair”

Saçlarım düşündüklerime çok kırılıyor
Söylemesem dahi hissediyorlar aklıma yakınlar diye..
Önce kırılıp sonra bir bir terkediyorlar beni
Banyo deliğinde selamlıyorum bugün kafamızdan ayrılanları
Sanki aklıma yakın oturmak istemiyorlar
Aklıma yakın oturmak istemiyoruz saçlarım ve ben
////
My thoughts keep breaking my hair
Although unspoken, the hair can still feel them out of proximity
One by one, first they break, then they leave me
I salute the daily casualties of my scalp in the drain
It’s as if they’d rather be far from my mind
We’d rather be far from my mind, my hair and I
Irmak, 2017
Translation: Ayşen Arıkazan
AYŞİN İLDEŞ

İstanbul Bilgi Üniversitesi Reklamcılık bölümünden mezun olduktan sonra University of The Arts London ve Chelsea College’da iletişim ve medya üzerine eğitim aldı. Çeşitli yayınlarda yıllardır kültür-sanat, sinema, müzik, seyahat, dekorasyon ve gastronomi alanlarında editörlük yapmanın yanı sıra, markalara ve kişilere dijital iletişim danışmanlığı, yaratıcı içerik ve kurumsal blog yönetimi, kurumsal dergi yaptığı işlerden bazıları. Yazı İşleri Müdürü ve Kurumsal İletişim Sorumlusu olarak çalıştığı Büyük Kulüp'ten ayrıldıktan sonra Kurucusu olduğu Beyoğlu Creative'i hayata geçirdi. Yeni projeler tasarlamaya ve çeşitli platformlarda yazmaya devam ediyor.

No Comments

Leave a reply