Featured Posts

Onu Öldür, Beni Güldür / Ali Elmacı
“Onu Öldür, Beni Güldür” sergisindeki fantastik sahnelerde, bal yapan eşek arılarına, abaküse takılmış kurukafalara, bağırsak şeklindeki sarıklara ve gözünü izleyiciye dikmiş huzursuz çocuklara rastlıyoruz. Çekici olanla iticiyi, samimi olanla tehditkarı, doğalla yapayı, kutsalla kitsch'i bir arada seyrederken hangisine inanacağımızı şaşırıyoruz.
View Post
To top
8 Dec

Sendromsuzlar: Alper Derinboğaz

Alper Derinbogaz 4

İstanbul’da yaşayan ödüllü mimar Alper Derinboğaz, aynı zamanda mezun olduğu okul olan İTÜ’de dersler veren bir eğitmen. Salon, We Dream ve Salon Teknoloji gibi girişimlerini severek takip ettiğimiz Derinboğaz, sorularımızı cevapladı.

Nasıl başladı mimari alana olan ilgi ve yöneliminiz? İçinizdeki bu yeteneği nasıl keşfettiniz?

Yetenek konusunda ki yorumun için teşekkür ediyorum. Tam olarak yeteneği keşfetmek denebilir mi buna bilmiyorum ama her zaman mutlu olduğum işleri yapmaya gayret ettim. Çizerken de plan çözerken de her yönüyle sevdiğim bir işi yapıtğım için şanslı hissediyorum kendimi. Öte yandan kendi yaptığım işlere karşı çok eleştirelim. Bu anlamda kötümser veya daha doğrusu kuşkucu bir insan olduğumu söyleyebilirim. Mesela Los Angeles’ da iken üzerinde çalıştığım bir müze yarışması projesi vardı. Bu sırada firma ortaklarından birisi benden değerlendirme toplantısı istedi. Büyük ölçekli bir firmaydı ve çalışmaya başlayalı henüz iki ay olmuştu. Aynı zamanda da kriz dönemindeydik. Bu zamanlaması garip toplantı talebi ile işten çıkarılacağıma emin olmuştum. Ancak görüşme hiç beklediğim gibi olmadı. Birlikte çalışmaktan memmun olduklarını belirtme amaçlı bir toplantıymış. Hem terfi hem de sembolik bir şirket yüzdesi verdiler. Sonrasında yarışmayı da kazandık. Buna benzer birçok hikaye var. Tabii birçok hadiseden ve deneyimden sonra üretilen işlerin seviyesi ile ilgili net bir fikir kazandım. Ancak her şeye rağmen bir parça paranoyak olmanın faydalı olduğunu düşünüyorum. Özellikle yaratıcı alanda çalışanların kendilerinden sıradan “iyi” olanın ötesinde şeyler beklmesi gerektiğine inanıyorum.

Los Angeles ve UCLA deneyimi kariyerinizi ve hayatınızı nasıl etkiledi?

Aslında çok uzak olmasına rağmen hepimiz Los Angles’ı bir bakıma çok yakından biliyoruz. Los Angeles, bugün sinemadan teknolojiye, modadan mimariye kadar dünyada ki çoğu değişime öncülük ediyor. Bu üretim insanların düşünce biçimine, yaklaşımlarına ve tabii ki olanaklarına yansıyor. Bir metropol olmasına karşın aynı zamanda sahil kenti olması da bu olumlu havya katkıda bulunuyor. Genel anlamda insanların din, ırk gibi ayrımların üstesinden geldiğini söyleyebilirim. Asyadan, Avrupa’ dan birçok arkadaşım çeşitli şirketlerde veya kurumlarda ortak olarak anılıyor, eşit haklara sahip oluyorlardı. Bu durum avrupada veya birçok ülkede böyle diyebiliriz ama gerçekte her zaman fark olduğunu hissedersiniz.

Okul anlamında ise öncelikle Thom Mayne ve Greg Lynn gibi içinde bulunduğumuz güncel mimarlık dünyasını şekillendiren figürler yer aldığı için o dönemde UCLA’ de bulunmak çok ilham vericiydi.

Bir taraftan teorisyenlerden tasarım fikirleri diger taraftan yapının tartışıldığı stüyolarda bulundum. Bu tasarımlar, güzel ya da çirkin gibi subjektif değerlendirmelerden uzak yapısal perfromansaları ve de insanda uyandırdığı hisler üzerinden spesifik tartışmalarla değerlendirliyordu. Yapısal anlamda yeni teknolojileri kavramak adına “teknoloji stüdyoları” vardı. Karmaşık tasarımları hayata geçirecek teknikler üzerinde deneyim kazanabildik, bir yapıyı tasarlarken sadece etkileyici bir “resim” olmasının ötesinde nasıl hayata geçebileceğine dair yönetemler edindik. Okul çalışmlarım sergilere katıldı ve UCLA Graduate Award gibi ödüller aldılar. Bu da krizin patlak verdiği bir dönemde bile iyi bir ofisde yer alma şansı doğurdu.

UCLA aynı zamanda çok yönlü bir okuldu. Mimarlık da biraz böyle çokyönlü bir meslek olduğu için çok çeşitli faydaları oldu bana. Örneğin sinema okulunda kısa film de çektim işletme derslerinde iş geliştirme eğitimi de aldım.

Çalışmalarınızda nelerden ilham alıyorsunuz ve genelde yola çıkış noktanız ne oluyor?

Çirkinliğin içinde bir güzellik olduğunu düşünüyorum. Çürümenin, spontane olanın ve gelişigüzel olanın içinde özel şeyler olduğuna inanıyorum. Hatalar ve kazalara inanıyorum. Görüntülere değil deneyimlere inanıyorum.

Alper Derinbogaz 2

Eğitim hayatından sonraki mesleki hayatınız nasıl şekillendi? Kendinizi hedeflediğiniz yolun neresinde görüyorsunuz?

Okuldayken Frank Ghery ve Thom Mayne gibi bütün dünyada önemli projeler yapan mimarlarlardan stüdyolarda kritik alıp hayalperest fikirlerin nasıl gerçekçi bir bağlamda uygulanabileceğine dair birçok şey deneyimledim. Bütün bu deneyimler hem ilham verici figürler olarak çalışmalarımı etkilediler hem de “iyi mimarlığa” dair metodlar öğrenebileceğim bir platform sundular. Daha sonra krizin patlak verdiği dönemde CO Architects’ de Proje Mimarı olarak çalıştım. Okul, müze, yüksek yapı gibi özelleşmiş fonksiyonlarda yapılar tasarladım. Arkasından Los Angeles ofisi kapanmadan önce SOM de ofis yapıları üzerine çalıştım. İstanbul’da da benzer konularda çalışmaya devam ettim ve 2010 da kendi ofisimi kurdum. Projeler birçok ödül aldı ve yayınlarda en ön sıralarda yer aldılar.  Mimarlar için profesyonel hayat çok geç yaşta bir çizgiye oturur. Örneğin 29 yaşında Genç Mimar ödülü geldi. Nispeten en genç bendim çünkü 40 yaş olmadan mimarlar henüz “genç” sayılıyor. Bu anlamda yolun başlarındayım diye düşünüyorum ama diğer taraftan da enerjik bir çalışma dinamiğinin de çok farklı katkıları olduğuna inanıyorum. Hedef olarak kurumsal bir ofis amaçlamıyorum. Yaptığım işlerin her zaman ve her ölçekte özgün, özel olmasını amaçlıyorum.

Mimarlık okumak zor mimar olmak daha da zor. Bu bölümde okuyan veya bölümden mezun olan gençlere tavsiyeleriniz neler?

Mimarlık doktroluk veya avukatlık gibi herkesin ihtiyaç duyduğu türden bir meslek değil. Bu bakımdan çok kısıtlı iş alanı olması mesleğin zor tarafı olabilir. Bu anlamda söylediğine katılıyorum. Ancak bu kadar rekabet olupta bu kadar çok kötü işin yapıldığı başka meslek ve ülke yoktur heralde. Bunun sebebi “nepotism” yani ahbap ve tanıdık üzerinden iş yapma merakı diye düşünüyorum. Tanıdıktan üç beş tane iş alıp onları da yarım yamalak yapacağınıza iyi bir tane iş yapmaya bakın derim. Yani genç meslektaşlarıma çeşitli yollar deneyeceğinize işinizi iyi yapmaya çalışın, en kısa yol bu yoldur diyeceğim.
Ayrıca iyi olduğunuzu düşünüğünüz ofislerde elverdiğince çalışın ve deneyim kazanın derim. Çoğu ülkede ortalama bir mimarlık öğrencisi 12 aya yakın mesleki staj yapıyor. Biz de ise 2-3 ay arası. Bu eksiğin farkında olmak şart. Ayrıca mümkünse İtalya’ yı kentlerini, köylerini baştan sona gezmeyi tavsiye ederim.
Mesela geçtiğimiz aylarda öğrencilerimle İTÜ’ de çok güzel bir dönem geçridik. Muhtemelen geçirdikleri veya geçirecekleri en zor dönemdi ancak bugün dönem sonuna yaklaşırken zorluğunu değil güzelliğini konuşuyoruz. “Zorluk geçicidir, deneyim kalıcıdır” diye bakmak daha doğru sanıyorum.

Alper Derinbogaz 3

Salon, We Dream ve Salon Technologies isimli çalışmalarınızı severek takip ediyoruz. Bize bu oluşumların faaliyet ve vizyonlarından bahseder misiniz?

Profesyonel çalışmaların merkezinde Salon duruyor. Ortağım Melike Altınışık ile birlikte Masterplan çalışmalarından kule yapılarına veya iç mekanlara kadar birçok ölçekte çalışıyoruz. Hepsinde ortak nokta özel proje ortaya koyabilmek. Ölçek ne olursa olsun biz iki haftada bir fikir projesi çıkaran bir ofis olmadık hiçbir zaman. İyi tasarımı her tasarımcı önemser ancak biz her tasarım problemi için onlarca opsiyon geliştirip bunları mimari öncelik olmak üzere, yatırım, sosyal hayat ve iyi mekan gibi çeşili niteliklerini göz önünde bulundurarak ciddi bir değerlendirmeden geçirmeden müşterimize sunmuyoruz veya hayata geçirmeye yönelik adım atmıyoruz. “İyi mimarlık” da iyi yemek gibi iyi bir gusto ile zamanla, test edilerek, defalarca denemeden sonra mükemmeliğe ulaşır diye düşünüyorum.

Salon Teknoloji de Salon’ da kullandığımız tekniklerin araştırması ve gelişitirilmesi yürütülüyor, aynı zamanda ofis dışında başka tasarım ve cephe imalat ekiplerine dijital üretim danışmanlığı veriyoruz.

We Dream ise deneyim tasarlama ajansı, bir tür sanat kolektifi. Dijital teknolojileri mekanlarla bütünleşirerek etkileyici tasarımlar orataya koyuyor. Tasarım ekibi aynı ama Ceyhun Derinboğaz, Refik Anadol ve Candaş Şişman gibi çeşili alanlardan profesyonellerle ortak projeler üretiyorum.

İşlerini beğendiğiniz mimar veya tasarımcılardan örnek verir misiniz?

Lebbeus Woods sevdiğim bir mimar. Duruşu sebebiyle hiç yapı inşa etmedi ancak olağanüstü ve güçlü ifadeli mimari ürünler koydu ortaya. 21.yy da inşa edilmiş tüm yapılardan daha keskin bir mimari dil ortaya koydu. Günümüzde bütünlüğü ve çeşitliliği bu kadar iyi bir arada bulundurabilen başka bir mimar olduğunu düşünmüyorum. Mimarlık dünyasında son yıllarda üretilen şeyleri birkaç niş karakter dışında çok genel geçer buluyorum. Benzer şemaların derinliksiz yorumları veya ekspriesyonist bir takım “şekil”ler olmaktan kaçınabilen çok az mimar var. Bunun yanısıra mimar olmasada mekansal animasyonlarını beğendiğim Quayola’ çok yetenekli bir sanatçı bence.

Onun dışında bilim kurgu sinemayı ve David Lynch filmleri ilham verici buluyorum. Karmaşık kurgularını seviyorum. Gerçek olana yani hayata daha yakın buluyorum. Birçok şey beklenmedik şekilde oluşuyor. Bunların içinde ki anlamı siz birey olarak veya Lynch sineması anlamında izleyici olarak şekillendiriyorsunuz.

Meslektaşlarınızı dışarıdan bir gözle eleştirirken kriteriniz nedir?

Orijinallik, yani özgünlük. Mimarlık birçok sorunun arakesitinde bir meslek olduğundan hareket alanı kısıtlıdır. Ancak bu kısıtlı alan içerisinde dahi keşfedilecek birçok şey olduğuna inanıyorum. Öte yandan özgün derken de “dalga”, “burgu” gibi krem şantiye benzeyen binaları kaset etmiyorum. Yapı ustalığını, tektoniği özümseyen ama bunu ileri götürebilen bir mimarlığı özgün buluyorum.

Mimar olmasaydınız ne olurdunuz? Bu alan dışında en çok nelerden zevk alırsınız?

Mimar olmasam film çekmek isterdim. Birçok kısa film çektim okuldayken. Mimari projeleri bahane edip arada kısa filmler çekiyordum. Mesela Tokyo’da bir araştırma projesi için bulunurken arada bir kısa film çekmiştim. “Jetlag” durumunu ifade etmek için Los Angeles, Tokyo ve İstanbul’ dan çekimleri bir kurguda birleştirmiştim. Pek iyi sonuç vermedi. Sanırım insan iyi yapamadığı şeylere daha çok hayranlık duyuyor.
Bunun dışında rüzgar ile ilgili her tür şeyi seviyorum. Çok zaman bulamıyorum ama paraşüt, yelken, kite sporlarının hepsini seviyorum. Bunun dışında kitap okumayı seviyorum J.G. Ballard, Hakan Günday son zamanlarda en çok okuduğum yazarlar.

Facebook

Website

AYŞİN İLDEŞ

İstanbul Bilgi Üniversitesi Reklamcılık bölümünden mezun olduktan sonra University of The Arts London ve Chelsea College’da iletişim ve medya üzerine eğitim aldı. Çeşitli yayınlarda yıllardır kültür-sanat, sinema, müzik, seyahat, dekorasyon ve gastronomi alanlarında editörlük yapmanın yanı sıra, markalara ve kişilere dijital iletişim danışmanlığı, yaratıcı içerik ve kurumsal blog yönetimi, kurumsal dergi yaptığı işlerden bazıları. Yazı İşleri Müdürü ve Kurumsal İletişim Sorumlusu olarak çalıştığı Büyük Kulüp'ten ayrıldıktan sonra Kurucusu olduğu Beyoğlu Creative'i hayata geçirdi. Yeni projeler tasarlamaya ve çeşitli platformlarda yazmaya devam ediyor.

No Comments

Leave a reply