
Godard filmlerinin absürd romantizmi, diyalogları ve HER ŞEYİ!
Tabii tüm romantizm bir yana, nihai amacın genel olarak Anna Karina ve Jean-Paul Belmondo olduğunu itiraf etmeliyim.
Ümit Yaşar’ın “Aşka Dair Nesirleri”
Melankoli ihtiyacımın -ki kendisiyle çokça beslenirim- en özel karşılayıcısı.
“Gelme diyecektim, geldin. İyi ettin geldiğine. Nerdeyiz? Bir şehir yanıyor, dikkat et. Tutuşabiliriz, işte ilk ateş gözlerine düştü, sonra dudaklarına, saçlarının arasına kıvılcımlar doldu ışıl ışıl. Yanıyorsun, yanıyorum, yanıyoruz. Aramakla yetinsek bunlar gelmeyecekti başımıza. Yine de memnunum. İyi ettin geldiğine. Taş olup kalmaktansa, ağaç olup yanmak iyi. Ellerini ver, ellerini. Öpüşmeye susadım. Tırnak uçlarından öpmeye başlayacağım seni. Titreme, yanıyorsun.”
Nick Drake’in “Pink Moon” albümü
Bu albüm her çaldığında, en güzel anılarımın kolajını yapıyor biri kafamda.
Serge Gainsbourg’un o güzeller güzeli çirkin suratı
Muhtemelen bir önceki hayatlarımızda o yine Serge’di ben de çok sevgili Jane’i.
Peggy Guggenheim’ın Venedik’teki evi ve bahçesi
Venedik’te yaşadığım sürece, her haftasonu burada en az bir saat boş oturdum. Başka bir boşluktu tabii.
Manet’nin “Le Déjeuner sur l’herbe” tablosu (The Luncheon on the Grass)
Sadece orijinal tablo değil, yapılan binlerce varyasyonu da büyülüyor beni. Yeşilimi doyuruyor, hikayeler yaratıyor.
Sabahattin Ali’nin ‘İçimizdeki Şeytan’ı :
“Kalabalık beni sahiden sıktı. Ben ikide birde böyle oluyorum, bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen da hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Bu nefret filan değil… İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile… Sadece bir yalnızlık ihtiyacı. Öyle günlerim oluyor ki, etrafımdan küçük bir hareket, en hafif bir ses bile istemiyorum. Fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birilerini arıyorum. Bütün bu beynimde geçenleri teker teker, uzun uzun anlatacak birini. O zaman nasıl hazin bir hal aldığımı tasvir edemezsiniz. Kış günü sokağa atılmış bir kedi gibi kendimi zavallı hissediyorum.”
Paul Cox’un şehir illüstrasyonları
Tanışmayan varsa, tanışsın; tüm tanışmayanlarla tanıştırsın.
Vollard’s Parallèlement, Pierre Bonnard litografları ve Verlaine şiiri
Tanımsız.
Kokoschka’nın Posterleri
Klimt’e saygım sonsuz, ama ben duvarlarıma Kokoschka asardım.
Sinnerman / Nina Simone
Bir şey söylememe bence hiç gerek yok.
Gevende – Igloo
O kadar kez, fon müziği oldu ki yolculuklarıma. Hep kalsın istiyorum.
i-D ve Wonderland
Daha reel bir hayata döndürüp ilhamlarımı, sonsuz yaratıcılığını ve modern şiirselliğini en çok sevdiğim iki dergi.
The Sartorialist
Sokak en büyük ilhamsa, klişe mlişe dinlemem Scott Schuman babalardandır.
Paris Interiors – Taschen
Hadi itiraf edelim, hepimiz o koca tavanlı saray yavrularında yaşamak istiyoruz Le Marais’nin göbeğinde.
Tom Waits seslendirmeli, 6 dakikalık Baldessari belgeseli
Philipp Keel’s Simple Diary (Taschen)
Geçen sene edindiğim ‘simple’ olmanın son derece uzağındaki günlük.
Cafe Cinema-Berlin
Zaman mevhumunun yok olduğunu hissetmek, bir mekanda bana hep huzur verir. Cafe Cinema da öyle bir yer işte. Ayrıca “Alman Şarabı” diye bir güzellik kattı hayatıma.
Galata Köprüsü
Dili var ve konuşuyor.
‘Nouvelle’
Kişisel bir örnek de olsa, anonim bütün işleri toplayabildiğim yuvam olduğu için çekirdeği ilhamın.
No Comments