
Hava güzel. Bilge ile bugün diğer günlerden farklı bir şeyler yapmak istiyoruz. Tanıdık yüzlerle karşılaşmamak, yeni insanlar tanımak ve en çok ta yeni yerler keşfetmek niyetindeyiz. Aklıma kaç yıldır önünden geçip gittiğim ama uğramadığım Kuzguncuk geldi. Çok doğru bir tercih yaparak kendimizi Kuzguncuk’a attık. Kahvaltı saati geçmiş, öğle yemeği vakti gelmişti. Betty Blue’ya oturduk ve eski dokusundan hiçbir şey kaybetmeyen çehresiyle böylece tanışmış olduk.
Betty Blue tavanından duvarına eski izler taşıyan, bir parça da içerisindeki objelerle eskitilm,i ve ruhlandırılmış bir yer. İçerideki soba ve boruları da ortama ayrı bir samimiyet katmış. Yemeklerin ne olabileceği hakkında hiçbir fikrimiz olmadan menüyü istiyoruz ve tam da istediğimiz şey çıkıyor karşımıza: Ev Yemekleri. Bilge, sadece mercimek çorbası ile yetinirken ben bademli pilav ve karnıyarık söylüyorum. Bir menüde patlıcan varsa onu tercih etme ihtimalim her zaman çok yüksektir. Koltuğumuzu paylaştığımız yavru kedi, pilavın içindeki et kokusuna uyanıp arsızlık etmeye başlıyor ve dayanamayıp avcumuza koyduğumuz et parçalarını da onunla paylaşıyoruz. Karnı doyuyor ve uykusuna geri dönüyor. Hızlıca yemeğimizi bitirip kendimizi Kuzguncuk’un ara sokaklarına atıyoruz.
Kahvehanenin önünden geçerken tekerlekli sandalyesinden yaşama sevincini kaybetmemiş bir amca bizi selamlayarak güzel bir gün diliyor. Öyle de oluyor gerçekten. Kendimizi bir sokakta buluyoruz ve karşımıza direkt Atatürk Orman Çiftliği çıkıyor. Çok uzun zamandır görmediğim bir dostumu görmüşçesine seviniyorum ve içeri giriyorum. Hemen kefirine uzanıyor elim. Derken sucuk, domates suyu, zeytin ve balzamik sirke almış buluyorum kendimi. Artık kefir almak için geleceğim adresin çok belli olduğu sevinciyle kapıdan çıkıyorum. Sokaklar arasındaki anlamsız yürüyüşümüze devam ediyor, hurma bahçelerinden, oynaşan kedilerin arasından ve dost bakışlı köpekçikler peşimize eklenmiş devam ediyoruz. Tabelayı okuyorum: ‘Evvel Zaman İçinde’
İkinci el kıyafet ve aksesuar satan bir dükkânla karşılaştığımda en çok da hiç karşılaşacağımı tahmin etmediğim bir yer ve zamanda karşılaşınca seviniyorum. Sahibesi tatlı Gülümser Hanım, oyuncaklarını arkadaşlarına gösteren bir çocuğun saf heyecanıyla bana ‘çeyizliklerini’ gösteriyor. Onun heyecanına aynı heyecanla karşılık verdikçe dükkânın altını üstüne getiriyoruz ve anlıyoruz ki çok aynı yerlerden bakıyoruz dünyaya. Birkaç ceket alıp Oldmagnet’ e dönemsel ve bir o kadar da değerli kostümleriyle bir çekim yapma sözüyle oradan ayrılıyorum. Sanki bir daha Çukurcuma’dan hiçbir şey almak istemiyormuşum gibi biraz da burası hep böyle gizli kalsın bana özel gibi hissediyorum. Vitrinde Gülümser Hanımın gelinliğini aklımın bir köşesine kazıyarak kapıdan çıkıyorum.
Aldığım ceketlerin zafer sarhoşluğuyla bu sefer kendimizi Hand Made Aroma Terapi’de buluyoruz. Burası tam bir cennet. Her şey doğal ve sağlık dostu. Aslı Hanım engin bilgisiyle bize ürünleri anlattıkça bütün dükkânı satın alıp çıkmak istiyoruz. Bir çakra kartı seçiyorum ve bana üçüncü göz geliyor. Üçüncü gözümü açabilmek adına üçüncü göz çakra yağı ve haftaya beni kavuracak olan Avusttralya güneşinden bir parça korunmak adına doğal güneş yağı satın alıyorum. Tam bir Oldmagnet dükkânı olan Hand Made Aroma Terapi ile önümüzdeki günlerde sizi daha yakından tanıştıracağım.
Artık biraz dinlenmek istiyoruz ve önce Dilim pastanesine gidip aldığımı tatlıları üst katındaki cafe’de kahve içerek yemeyi planlıyoruz. Tam eklerleri almışken bayram dolayısıyla üst kattaki cafe’nin kapalı olduğunu öğrenip Sitare’ye geçiyoruz. Hızla kahvelerimizi içip yine kendimizi Kuzguncuk sokaklarında buluyoruz. Bu sefer ki durağımız Kuzguncuk Sahaf. Kucak dolusu kitapla ayrılırken bakıyoruz ki hiç anlamadan güneş batmış bile. Günün tek pişmanlığı fotoğraf makinemi yanıma almamak oluyor…
Görüşmek üzere Kuzguncuk…
No Comments