
Seda seni daha yakından tanıyabilir miyiz?
1989’da Mersin’de doğdum. Anadolu Lisesi’nde okurken, test kitaplarımın üzeri çizimlerle dolmaya başlayınca ve resim yapmaktan çok keyif aldığımı anlayınca, üniversitede güzel sanatlara gitmeye karar verdim. Ailem başta istemiyordu, hukuk okumamı istediler; “olmaz” dedim. “E madem resim istiyorsun bari yakın olsun Çukurova Üniversitesi’ne git” dediler ama bu sefer ben İstanbul istiyordum. En yakın tarih olan okulun sınavlarına ailemden gizli girip, Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarım bölümünü kazandım. E tabii ailem de zamanla ikna oldular. Kazandıktan bir sene sonunda İstanbul’a yerleştim. Okurken katıldığım, 24 bin tasarımın yarıştığı 2012 Uluslararası Boconcept Fincan Tasarım Yarışması’nı “İnsanlar” adlı çizimimle kazandım. Her zaman bilgisayar yerine, kağıtla vakit geçirmeyi daha çok sevdim. Yurt içi ve yurt dışında kişisel ve karma sergilerim oldu. Uzun zamandır da çeşitli dergi, gazete, kitap kapağı ve çocuk kitaplarına çizimler yapıyorum.
Çizim yeteneğini ilk nasıl ve ne zaman keşfettin?
Aslında tam anlamıyla ne zaman, nasıl keşfettiğimi bilmiyorum. Kendimi bildim bileli çizim yapıyorum ve çizim yapmaktan keyif alıyorum. Fakat ciddi anlamda kendimi keşfettiğim çizimler 7-8yıl önce, klasik figür resmi formlarını deforme ederek, yorumlamaya başladığımda oldu.
İlk kez ne çizdiğini hatırlıyor musun?
Maalesef ilk ne çizdiğimi hatırlamıyorum. Çocukluk çizimlerime bakınca birçok çocuk gibi ağaç, dağ, ev, yol, insanlardır diye düşünüyorum.
Hayal gücünden mi yoksa hayatın içindeki günlük malzemelerden mi ilham alanlardansın?
İkisinden de. Şöyle ki; herhangi bir durumu, olayı ya da ifadeyi, figürleri çarpıtarak anlatmayı tercih ediyorum. Çizgilerdeki çarpıtma, deforme için anlatımdaki yeni bir dil, ifade biçimi aramak diyebiliriz. Sıradan bir olayı ele alıp, biçimi bozarak anlattığınızda, o olayı öznelleştirebiliyorsunuz. Bu yüzden salt bir anlatıcı değilim. Anlattığım olayların içine kendi tarzımla dahil olmayı seviyorum. Resmimin konusunu gündelik hayat oluşturuyor. Gündelik hayatın tezahürleri hayal dünyamdan geçerek kağıda yansıyor.
Tekniğin hem eğlenceli hem de bakıp geçilemeyecek kadar derin detaylarla dolu. Bu dengeyi nasıl sağlıyorsun?
Aslında çok bilinçli olmuyor. Kağıdın karşısına geçtiğimde ne çizeceğimi çok planlamıyorum. Kendiliğinden ilerliyor resim. Bir şekilde suyun yatağını bulması gibi iki boyutlu yüzey de kaplaması gereken alanda yerini buluyor.
“Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku” serisinden bahseder misin?
Kitabı 2-3 sene önce okumuştum, çok etkilenmiştim. Bitirdiğimde gece boyu oturup çizim yapmıştım Müzeyyen’le ilgili. Sonra zaman geçti, İlhami Algör’ün kitap kapağını çalışma şansı çıktı karşıma. Yeni işler çalıştım. Daha önceden çalıştığım (şimdiki kapakta kullanılan) işi unutmuştum bile. Kapak için cevap beklerken, bu çizimler geldi aklıma. Gösterdim. İlhami Algör’ün en çok içine sinen bu resimler oldu. Direkt kullanıldı. Diğer seriyi de ayrıca, büyük keyifle çalıştım.
Bir kitabın kapağını çizmeden önce kitabı mutlaka okuyor musun?
Ben okunmasından yanayım ve elimden geldiğince okumaya çalışıyorum ama her kitap için mümkün olmuyor maalesef. Örneğin, 600 sayfalık kitap geliyor, 10 güne hazır olması gerekiyor, o durumlarda editörlerden gelen bilgilerle, yazarla kitap hakkında konuşarak, aklında canlanan fikirlerle, fikir alışverişleriyle ilerliyorum.
Bu aralar gündeminde neler var?
Gündemimde bol bol resim var yine. Heyecanlandığım bir proje var. Fikrini beğendiğim, pek güzel olacağını düşündüğüm bir belgesel film için çizimler yapıyorum. Dergilere, kitap kapaklarına çizmeye devam ediyorum. Bir de sergi hazırlığı var.
Bize mutlaka keşfedin diyebileceğin birileri var mı?
Aslında çok var ama ilk aklıma gelenler: Sadık Arı, Serkan Akyol, Cansu Gürsu, Ömer Koçağ, Esra İlbeyli…
No Comments