Featured Posts

Onu Öldür, Beni Güldür / Ali Elmacı
“Onu Öldür, Beni Güldür” sergisindeki fantastik sahnelerde, bal yapan eşek arılarına, abaküse takılmış kurukafalara, bağırsak şeklindeki sarıklara ve gözünü izleyiciye dikmiş huzursuz çocuklara rastlıyoruz. Çekici olanla iticiyi, samimi olanla tehditkarı, doğalla yapayı, kutsalla kitsch'i bir arada seyrederken hangisine inanacağımızı şaşırıyoruz.
View Post
To top
20 Oct

Sendromsuzlar: Derya Eke

Türkiye’de Reggae müzik denince akla gelen ilk grup Sattas’ın mürettebatından Derya Eke ile röportaj yaptık. Derya Eke’yi daha yakından tanımak, Sattas’ı ve reggae kültürünü iyice anlamak için buyrunuz…

Müzikle ve özellikle vurmalı enstürmanlarla olan ilişkiniz nasıl başladı?

Müziğe her genç kulağın başına geldiği gibi aileden gelen tınılarla başladım. Annemin “Deryaa yemek hazııır” ya da “Bitti miiii?” diye bağırmasında müzikal bir ahenk buldum sanırım. Tabii şaka bir yana, babam zamanında akordeon çalarmış, fakat ne yazık ki bilinçlendiğim yaşlarımda dinleme fırsatım hiç olmadı; küsmüş bir ara ama neden hala bilmem. Bunun dışında fazlaca şey dinlenirdi evde. Hele insanın ablası olduğu zaman, aynı odada, onun elde krem şişesi ayna karşısında hoplayıp zıplarken dinledikleri kardeşinin hatıralarından asla gidemez sanırım. O dönem 80’lerdi. Bir yandan da grubumuzun vokalisti Orçun Sünear’la da kuzen olduğumuz ve de küçüklüğümüzden beri her daim müzik alışverişi yaptığımız için evdeki cd’ler kasetler artmaya başlamıştı. Müzik aşkı böyle doğdu içimde. Vurmalı enstrümanlara olan ilgim de bir gece gizli gizli uyumayıp Mtv’de Headbangers Ball programını izlerken davulcuya kitlenmemle başladı. Ertesi gün okulumdaki müzik odasında yer alan derme çatma davula yekpare blok flütlerle saldırmıştım. Kavgam o günden sonra devam etti hep.

Sattas üyeleri nasıl bir araya geldi ve bu uyumu nasıl yakaladınız?

Orçun’la biz kuzeniz. Arada tabii ufak ayrılıklar olsa da 34 yıldır adamlayım. Bu yüzden de aramızda neredeyse konuşmadan anlaşabilecek seviyeye kadar gelmiş telepatik bir bağ oluştu. Bu da yaptığımız müziğe fazlasıyla yansıyor. Grupta da şimdiye kadar çok değişiklikler oldu gerçi ama her gelen aileden birine dönüştüğünden zamanla iletişimimiz de paralel olarak rahatladı ve bu da müziğe ahenk olarak yansıdı diye düşünüyorum… Provalara isteyerek severek gidiyoruz resmen.

Türkiye’de çok yaygın olmayan bir müzik türü olan reggae’yi insanlara tanıttınız ve sevdirdiniz. İlk olmanın zorlukları nelerdi?

Türkiye’de öyle bir ortamda yaşıyoruz ki ne yazık ki her mecrada risk var. Hele ki sanat camiasında bu risk daha da çok hissediliyor. Hele ki bizim gibi müslüman mahallesinde salyangoz satmaya kalkışıyorsanız sorunlar ve riskler azamiye çıkabiliyor. Birinci albümü de yapsanız bininciyi de çıkarsanız dinleyicinin önyargısıyla savaşmak zorundasınız bu ülkede. “Ben reggae dinledim hep aynı gidiyordu” mantalitesinde olup da konsere gelmek istemeyen mi ararsın yahut işte Afrika renklerini terörist bir grubun renklerine benzettiği için dinlemeden bizi sadece kınayan mı ya da reggae çalıyoruz diye hepimize müptezelliği yakıştıran mı? İsmini vermek istemediğim ve bu ülkenin önemli barlarından birinde sahne almak istediğimizde de “Grupta zenci var mı? Varsa çıkarsınız” gibi durumlarla karşılaştık. Hem acınası hem de gülünesi. Sanırım bunları yaşayıp da yılmadığımız için ve müziğimizi sevmeye devam ettiğimiz için dinleyici de ufak ufak bizi anlamaya ve sevmeye başladı.

Reggae kültüründe size en yakın gelen şey nedir?

Reggae müziğinin özü, kalp atışından gelir. Jamaika’ya yerli halk Afrika’dan zamanında İngiliz kolonileri tarafından ne yazık ki kelimenin berbat anlamıyla köle olarak getirilmiş ve de Afrika’nın davullarıyla kalp atışı oluşturularak çalınan kurtuluş çağrıları ve de dini öğelerle sorunlarını dile getirmişlerdir. Buna Nyahbinghi deniyor. Sanırım Reggae’de kendime en yakın hissettiğim şey bu Nyahbinghi olgusu, çünkü kendi felsefesi var. Birbirinden çok farklı büyüklüklerde davullarla icra ediliyor. Topluluğun kalp atışını vermesi bir nevi yaşamı, devinimi, yaşamın monotonluğunu anlatıyor. Bu meditatif havada bir kişi de en tiz davulla özgürce motifin üzerine oynuyor. Buna özgürlüğün çığlığı deniyor. Bir bütün, bir ahenk… Bunu seviyorum. Evde kendi Nyahbinghi davullarımı yapacak kadar seviyorum sanırım.

Sadece Reggae değil Soul ve Blues tınılarınızla da sevilerek dinleniyorsunuz. Bize tavsiye edeceğiniz favori sanatçılarınız kimler?

Ruhunu şeytana satmış adam Robert Johnson, Blues denince hemen aklıma gelenlerden. Delta Blues’un krallarından… John Lee Hooker, B.B. King, Muddy Waters…Bunlardan bahsetmiyorum bile, herkesin severek dinlediği kişiler zaten… Howlin Wolf cidden önemlidir benim için… İnanılmazdır… Ve de çirkin Otis Taylor… Alan Lomax’in 1940’larda hapishanelerde kaydettiği Negro Prison Blues and Songs’ u ciddi anlamda öneririm. Soul müzikten de Sam Cooke, Marvin Gaye, Al Green, Curtis Mayfield, Etta James gibi efendi asi sanatçılar tüylerimi diken diken eder hala, yeni dönemden de Charles Bradley, Sharon Stones, Lee Fields ve John Legend’ı önerebilirim.

Sattas tarafından ne gibi sürprizler veya projeler bekliyor bizi? Bu aralar nelerle meşgulsünüz?

Sattas bu aralar yoğun bir telaş içinde diyebilirim. Zamanla çok fazla şarkı biriktirdik ve onların aralarından seçip şurasını burasını törpüleyip orasını burasını boyuyoruz. En zevkli ve en meşakatli kısım yani bizim için. Sonra da albüm kaydına gireceğiz. Süprizler de olacak tabii. Orçun, Can Bonomo’nun yeni albümünde Can’la ve Fatma Turgut ile birlikte bir reggae parça seslendirdi. Bunlar da tabi güzel havadisler. Ayrıca yine yurtdışı konserlerimiz de bu sene yoğunlaşmaya başlayacak.

Sattas dışında neler yapıyorsunuz?

Orçun Sünear ve Deniz Akgündüz ile yeni bir proje peşindeyiz şuaralar. İşitsel ve görsel öğeleri harmanlayıp beynimizdekileri materyalleştireceğiz yoksa içeride büyüdükçe büyüyorlar. Onun haricinde çok eskiden beridir edebiyatla ilgilenir ve bolca yazmaya çalışırım. Normalde içimi dökmek için yazdığım şeylerdi fakat menejerimin cesaretlendirmesi ve biraz iteklemesiyle şu aralar onları yeniden derleme toplama ve de yayınlama yönüne doğru adımlar atıyorum. Tabii dünya onları okuduktan sonra bir daha eskisi gibi olmayıp beni linç edebilir orası da ayrı.

Bizi tanıştırmak istediğiniz, tanısanız seversiniz dediğiniz biri ya da birileri var mı?

Arnavutköy’deki Pupa barın efsanevi işletmecisi, Nayah’ın kurucusu ve Babylon’un isim babası Osman Ozman…. Şuan Vancouver’da yaşıyor ama tanısanız bayılırsınız. Kıbrıs’ta bizi her daim yalnız bırakmayan Kıbrıs’ın incileri Hasan ve Demet Belen ailesi… New York’ta Sound Engineering doktorası yapmakta olan Aybar Aydın…

Facebook

Sattas Twitter

Website

Photo Credit: Pınar Derin Gençer

AYŞİN İLDEŞ

İstanbul Bilgi Üniversitesi Reklamcılık bölümünden mezun olduktan sonra University of The Arts London ve Chelsea College’da iletişim ve medya üzerine eğitim aldı. Çeşitli yayınlarda yıllardır kültür-sanat, sinema, müzik, seyahat, dekorasyon ve gastronomi alanlarında editörlük yapmanın yanı sıra, markalara ve kişilere dijital iletişim danışmanlığı, yaratıcı içerik ve kurumsal blog yönetimi, kurumsal dergi yaptığı işlerden bazıları. Yazı İşleri Müdürü ve Kurumsal İletişim Sorumlusu olarak çalıştığı Büyük Kulüp'ten ayrıldıktan sonra Kurucusu olduğu Beyoğlu Creative'i hayata geçirdi. Yeni projeler tasarlamaya ve çeşitli platformlarda yazmaya devam ediyor.

No Comments

Leave a reply